Gıdaları Korurken Zehirleniyor Muyuz?
3 dakikanızı ayırıp bu yazıyı okursanız, hayatımızın ayrılmaz parçası Gıda Katkı Maddeleri hakkında bilgi sahibi olacaksınız.
“Dedelerimiz de mi paketli gıda yiyordu? Şimdiki nesil şu
nedenle sağlıksız” diyenleri duyar gibiyim. Bir noktada haklısınız ancak
dedelerimizin zamanındaki yaşam yılına nazaran şimdi daha uzun bir ömre
sahibiz. Katkı maddeleri artsa da bilimsel çalışmalar ve düzenlemeler de hızla
artmaktadır.
Son yıllarda köyden kente hızla gerçekleşen göç sonucu
tüketim ve nüfus hızla arttı. İnsanların gıdaya ulaşımı önemli hale geldi. Daha
önceleri yerel bölgelerce üretilen taze gıdalar tüketiliyordu ancak günümüzde
üretim bölgelerinin kısıtlılığı nedeniyle üretilen gıdaların uzun yollar kat
etmesi gerekiyor. Gıdaların raf ömürlerini uzatmak, tüketici tarafından istenen
hale getirmek için gıda katkı maddeleri kullanılmaya başlandı.
Pek çoğumuz gıda katkı maddelerinin son zamanlarda ortaya
çıktığını düşünüyor olabilir ancak geçmişine baktığımız zaman aslında çok eski
zamanlara dayanıyor. Şaşırabilirsiniz ancak MÖ 3000’li yıllara kadar dayanıyor
desem? Evet, şaşırdınız biliyorum ancak o zamanlar kullanılan gıda katkı
maddesinin “tuz” olduğunu söyleyince şaşkınlığınız biraz azaldı farkındayım.
2500 yıl kadar önce mısırda gıda boyalarının, çeşitli baharatların kullanımına
başlanıldı. Tabi tuzlar, baharatlar, sirkeler günlük hayatımızda mutfağımızın
bir parçası ve onlara masum gözlerle bakıyoruz. Hatta onlara katkı maddesi
diyenler de karşısında bizi bulur!
Bu tarihsel geçmişten bahsettikten sonra günümüze dönelim.
Şu anda gıda katkı maddesi deyince 25’den fazla gruba ayırdığımız bir güruhla
karşı karşıyayız. Tabi bu gruplarda yer alan yüzlerce de madde var. Katkı
maddesi deyince gözümüzde bizi hasta eden, kimyasal kolları olan bir canavar
canlanıyor olabilir. Aslına bakarsanız böyle olduğu için değil de bize böyle
anlatıldığı için olabilir. Tabi ki her zaman risk-yarar dengesi mevcut.
Yapılan bazı çalışmalarda kullanılması gereken miktarın
üzerinde GKM içeren çeşitli yiyeceklerin farelerde hiperaktivite, deri
döküntüsü gibi yan etkilere neden olduğu; bazı astım hastalarında ise astım
ataklarını tetiklediği gösterilmiştir. İşlenmiş et ürünlerinde (salam, sosis
gibi) renk, koku tat vermek amacının yanı sıra mikrobiyal stabilitenin
korunmasında nitrit ve nitratlar kullanılmaktadır. Ancak nitrit ve nitratlar,
kansere neden olan nitrozaminleri oluşturur ve kanın oksijen taşıma yeteneğini
azaltır. Ancak söylediğimiz bu durumlar maddelerin belirtilen miktarların
üzerinde kullanımı, bozulmuş gıdaların tadını-kokusunu maskelemek amacıyla
kullanıldığında ortaya çıkan yasal olmayan durumlardır.
Bu kadar kötü özellik saydık ancak bu kadar masum
olmasalardı hayatımızda yer sahibi olurlar mıydı? Örneğin, ürünlere koruyucu
koyulmaması durumunda muhtemelen bakteriyel kontaminasyon sebebiyle başka bir
hastalığa sebebiyet verir, gıdalar tüketemeden kokuşur ve uzun raf ömrüne sahip
olmazlardı.
Peki bunlardan hangileri masum? Hepsine güvenlilik testi
yapılmış mı? Alışverişte “İçindekiler” kısmını okuma alışkanlıklarımız ve
bundan ne anladıklarımız neler? “E kodu” nedir? Hangilerinden kaçmak gerekir? Madem
bu kadar zararlılar neden yasaklı değiller?
Bu sorulardan birine bile sahipseniz okumaya devam
edebilirsiniz.
Öncelikle şu soruyu yanıtlandıralım. “Tüm gıda katkı
maddeleri toksik (zararlı) mıdır?” Hayır, değildir. Yüzlerce madde olduğunu
söylemiştik bunların çoğunluğuna yetkili kuruluşlar tarafından (JECFA, WHO
gibi) toksisite testleri uygulanmakta olup, zararsızlık limitleri (ADI)
belirlenmektedir. Bilinçsiz üreticiler tarafından ADI değerinin üstünde
kullanılması, kontamine olmuş (bulaş içeren) maddelerin kullanımı söz konusu
olduğunda insan sağlığını olumsuz olarak etkileyebilir. Özellikle risk grubu
dediğimiz bebek, çocuk ve özel hastalığı olan (Çölyak, Wilson, Fenilketonüri)
gruplarına ek koruma önlemleri getirilmektedir.
Bir paketli ürün aldığımızda üzerinde E kodlarını mutlaka
görmüşüzdür. Bu kodlar kullanılan GKM’nin Avrupa Birliği’nde tanımlı olduğunu
belirtir. Yani gözünüzü korkutmasına gerek yok. Aslına bakarsanız gıdaların
içinde göremediğimiz ancak etiket üzerinde yazmayan pek çok metalik kalıntı,
temizlik ve dezenfektan, pestisit kalıntıları içinde E kodları tanıdık bir
arkadaş gibidir.
Örneğin, E101 kodu B2 vitaminini gösterirken; E621 kodu, çin
tuzu olarak da bilinen MSG’yi işaret eder. (Ki bu madde ayrı bir araştırmanın
konusu olmayı hak eder.) Kodların ayrıntılı açıklamasına ulaşmak isterseniz http://www.faia.org.uk/e-numbers/ kaynağından
ulaşabilirsiniz. Burada E kodlarına
direkt düşman olarak görmeyip bilinçli bir yaklaşımla bakmanızı rica ederim.
Sonuca yaklaşıyoruz, hazır olun!
İster istemez insanların ömür boyunca bu maddelere maruz
kalacağı düşünülürse aslında vücuda alınan miktar belirleyicidir. Bu miktarı da
her birey tüketim doğrultusunda kendi belirlemektedir. Sağlıklı olarak
gördüğümüz meyve ve sebzelerde dahi pek çok tarım ilacı kalıntıları; hayvansal
gıdalarda ise veteriner ilaç kalıntıları bulunabilmektedir. Bunları göz önüne
alarak üzerimize düşen görev, güvenilir ürünleri almaya çalışmak ve etiketleri
biraz daha dikkatli okumaktır.
Ancak bilinçli tüketiciler olursak, üreticilere ve otoriteye
yön verebiliriz.
Ünlü kimyager, doktor Paracelsus’un da söylediği gibi:
“Bütün maddeler zehirdir, zehirle
ilacın tek farkı dozdur.”
(EK: Gıda kontaminantları ve katkı maddeleri ile ayrıntılı bilgi için: http://www.turktox.org.tr/assets/gida/index.php?p=kontaminant adresine başvurabilir, yazıyı sevdiklerinizle paylaşabilirsiniz.)
Not: Son Tüketim Tarihi’ne bakmayı unutmayın! -Bir Dost
Hariqa
YanıtlaSilEllerine sağlık, yazıların çok faydalı bir bilgi hazinesi!
YanıtlaSil