Nesiller Tükeniyor, Sıra Bize Gelecek (?)


Hominum, yani insan, medeniyet kurma sürecinde olduğundan beridir kendi dışındaki tüm canlıları göz ardı etmektedir. Onu eleştiren, sert sözler sarf eden de yine kendi türüdür. Bunu okuyorsanız ve okurken düşünüyorsanız, konuşuyorsanız siz de bir insansınızdır, tabi papağan değilseniz. 
Peki ,insan olmanın bize verdiği yetkileri belirleyen -ki yine biz insanlar- ne zamandan beridir dünyanın sadece bizim için olduğunu düşünen ve onu sınırsızca kullanma yetkisini tekeline alan canlılar olduk?
Nesli tükenen onca hayvandan bahsetmeyeceğim, hala şansı varken belki korunabilecek ve bir şeyleri değiştirme şansına sahip olduğumuz mavi kanlı canlıdan bahsedeceğim: at nalı yengeci. Nam-ı diğer, yaşayan fosil. 
Dünya Hayvanları Koruma Günü'nde bir çoğumuz belki de vicdanımızı susturacak kadar sosyal medya paylaşımı yapıyoruzdur hatta belki bazılarımız işe yarar bir şeyler yaparak, masumların gününü güzelleştirmekle meşguldür. Ancak bunların hepsi ne kadar yeterlidir?
Güç gerçekten bizde mi?

                                       

Yukarıdaki resimde sıradan bir bağış etkinliğini görmüyorsunuz. Dişsiz modern vampirler olan bizler at nalı yengeçlerinin "iliğini   sömürüyoruz". Yanlış duymadınız. Onların kanlarını alıyoruz ve onları doğaya bıraktığımız büyük bir kısmı yaşayacak enerjide olmayabiliyor.
Onlara neden muhtaç olduğumuzu, neden onların soyunu tehdit ettiğimize gelmeden önce onları birazcık daha yakından tanıyalım.

Neden kanları mavidir?
Kana kırmızı rengini veren madde nedir dediğimde -ki o efsanevi "fişne suyu" cevabı dışında- aklınıza hemen hemoglobin gelir değil mi? Peki hemoglobinde ne vardır? Demir. İşte kanımız böylece kırmızıdır. İşte bu yengeçlerle aramızdaki fark burada başlar. Onlarda oksijeni taşımakla sorumlu olan molekül hemosiyanindir ki bizimkinden farklı olarak demir yerine bakır taşırlar. 

Endüstride onları nere(ler)de kullanıyoruz da bu kadar önemliler?

Onları sadece ilaç endüstrisinde kullanmadık. Gübre yapımından, avcılığa kadar pek çok alanda onları suistimal ettik. 
Güncel olarak onlardan sağlık endüstrisinde ihtiyaç duyuyoruz.
Bilinçsiz bir şekilde sayılarını tüketirsek, onlara alternatif bir dayanağımız olmayabilir. 
Yani kaş yaparken, gözümüz tam anlamıyla çıkabilir!

Onları vazgeçilmez yapan nedir?

Onları vazgeçilmez yapan şey, kanlarıdır. Bugün LAL (Limulus amebocyte lysate) testi olarak bildiğimiz ve ilaç endüstrisinde kullanılan endotoksin testlerini yapma imkanını bize sunar. Gram negatif bakterilerden kaynaklı toksinlerin olması durumunda, kanlarındaki koagülan madde ile reaksiyona girerek "jel" oluştururlar. Bu test o kadar hassastır ki toksinler milyonda bir konsantrasyona sahip olsa bile cevap verebilirler. 

Tabi neden endotoksin istemiyoruz diye de sorabilirsiniz. Tedavi olmaya çalışırken daha da hasta olmamak (septik şoka neden olmamak) için diyebiliriz. Yani üreteceğimiz aşılarda, steril olması istenen ilaçlarda ve bazı tıbbi cihazlarda kullanılması gerekmektedir.

Bilim nerede? Bu testin alternatifi yok mu?

Alternatif endotoksin testlerinin LAL testi kadar güvenilir olmadığını söyleyebiliriz.

Genetik mühendisliğiyle, canlılara üretim yaptırabiliyoruz peki yengeçlerin sahip olduğu bu mekanizmayı çalıştıran koagüle ajanı üretemiyoruz diye merak ediyor olabilirsiniz. 

Merak etmeyin biz hala "dünya yuvarlak mı?" tadında basit soruları tartışırken dünyada bir yerlerde koagüle ajan üretilmeye çalışıyor. 

Kim bilir belki yıllar sonra at nalı yengeçlerini tekrar avcılık ve gübre yapımı için suistimal edeceğimiz günler gelir(!)

Peki bu yengeçler günlük hayatta ne işimize yarıyor hocam? Yok olsalar ne olacak yeter ki biz yaşayalım.

Eğer okurken içinizden bu düşünceyi geçirdiyseniz hemen kontrolü ele alın ve zihninizden atın. Tüm canlılar olarak birbirine bağlı birer zincir olduğumuzu tekrar etmemize gerek var mı? 

Geçmişe bakarsanız istenmeyen kediler olmuş, kediler gidince fareler cirit atmış, insanlıkta vebadan şifayı kapmıştı. Buna benzer pek çok hikaye kapıda bizi bekler.

İnsan olsak da hala besin zincirinin bir halkasıyız. 

Sadede gelirsek...

Bilim kurgu filmlerindeki o "minik hapla" besleneceğimiz, uzayda koloni kuracağımız günler gelen dek bu zincirin bir halkasıyız. At nalı yengeçlerinin soyunun tehdidi sucul ekosistemden hiç üşenmeden kalkıp ta kapımıza dayanacak. 

Pandemiden, felaketlerden, doğanın dengesinden çıkaracağımız çok ders varsa biri de dünyada tek başımıza yaşamadığımızı kabul etmek ve "insan" olduğumuzu hatırlamanın gerekliliğidir. Tüm canlılar bir sosyal medya paylaşımından daha fazlasını hak eder.

Ne derler bilirsiniz... 

💭"Her şeyin başı eğitim."

Kaynakça: https://www.theatlantic.com/technology/archive/2014/02/the-blood-harvest/284078/?single_page=true

İlham kaynağı: EvrimAğacı


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Güneş Koruyucu Kullanım Kılavuzu

Aşı Dosyası I: Firavun Aşı Yaptırır Mıydı?